30 Mart 1972’de THKP-C önder kadroları Kızıldere’de yarattıkları direniş manifestosuyla Türkiye halklarına çok büyük bir miras bırakmışlardı. Mahirler’in mücadelesi, şehirlerde, köylerde, gençlik başta olmak üzere tüm halk kesimleri içinde büyük bir sempati ve potansiyel yaratmıştı. Ancak bu potansiyel dağınık ve örgütsüzdü. THKP-C ile birlikte ilk defa Türkiye koşullarına özgü bir devrim stratejisi geliştirilmişti. Mahir’in yazıları elden ele dolaşıyor, genç kadrolar, militanlar, Parti-Cephe’yi kavramaya çalışıyorlardı. Ama ortada “resmi ve gayri-resmi inkarcılar”, mücadeleden çok “nostalji” yapanlar ve tasfiyeciler de kol geziyordu.
1973 sonrasında CIA devşirmesi paramiliter örgüt MHP meclise girmiş, komando kamplarında eğitilip donatılan faşistler halkın üzerine salınmıştı. Oligarşik rejimin tüm kurumlarını arkasına alan sivil faşistler saldırıya geçtiler. 23 Ocak 1975’de Kerim Yaman, faşist silahlı beslemeler tarafından katledildi. Gençlik hareketi Kerim Yaman’ın katledilmesine tepkisini, önce İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’nı işgal ederek gösterdi. Ertesi gün cenaze törenine 50 bin kişi katıldı. O dönem, devrimci gençliğin anti-faşist anti-emperyalist mücadelesini yükselten İstanbul ortaöğrenim derneği (İÖD) ve İstanbul Devrimci Ortaöğrenim Derneği (İDOD) bünyesinde faaliyetler yürüten Mehmet Zeki Yumurtacı, On binlerin katıldığı Kerim Yaman’ın cenazesini uğurlayanlar arasında idi.
31 Mart 1975 tarihinde, “Morisson Demirel” başkanlığında 1. MC (Milliyetçi Cephe) hükümeti kurulmuş ve yeni bir döneme girilmişti. Peş peşe çıkarılan Üniversite Yasası, Sıkıyönetim Yasası, Gösteri Yürüyüşleri Yasası, Polis Yasası, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Yasası gibi yeni baskı yasaları, halkın mücadelesini sindirmenin aracı olarak devreye sokuldu.
Bütün bu gelişmeler yaşanırken MLSPB, THKP-C’nin mirasçısı ve devamı olarak, 0cak 1975’de ABD Başkonsolosluğunu bombalayarak tarih sahnesindeki yerini almıştır. Mahirlerin geride bıraktığı Parti-Cepheyi kavrama çabası içinde olan dağınık ve örgütsüz potansiyel, MLSPB’nin silahlı propagandayı başlatması ile dikkatlerini yeniden silahlı devrim cephesine çevirmiştir. “İdeolojik netleşme”, “Partileşme süreci” paravanası altında, periyodik bir yayın organı –dergi veya gazete- etrafında örgütlenmeyi merkeze koyan “resmi ve gayri-resmi inkarcıların“, silahlı mücadeleye sözde evet diyen tasfiyecilerin böylece maskesi düşmüştür.
THKP-C‘yi en doğru anlayan ve uygulamaya çalıştığı gruplarla birlikte MLSPB’nin kuruluş sürecinde yerini alan kadrolardan biride M. Zeki Yumurtacı’dır. Tekirdağ’dan İstanbul’a göç eden, Kazım Yumurtacı ailesinin en büyük çocuğu olan M. Zeki Yumurtacı, 1956 yılında doğdu. İş makineleri konusunda zanaatkar olan baba Yumurtacı, alın teri ile ailesini orta halli bir yaşam standartına ulaştırır. M. Zeki Yumurtacı Saint-Joseph Lisesini kazanır. Lise yıllarında devrimci faaliyetlere başlar.
İ. Ü. İktisat Fakültesi öğrencisi Mehmet Zeki Yumurtacı, işçiler ile birlikte direniş çadırları kuran, İşçi sınıfının direnişini boğmaya yönelen faşist saldırılara karşı işçi sınıfı ile birlikte direnen, toplu sözleşme halklarının “patron sendikaları” tarafından gasp edilmesine karşı Yapı İşçileri Sendikası YİS’in direniş geleneğini sürdüren proleter bir devrimcidir. MLSPB, Emperyalizmin, oligarşinin ve faşizmin korkulu rüyası olmaya başlarken bu mücadeleyi yücelten yoldaşlardan biri olarak, devrime olan inancı, eylemlerdeki kararlılığı, siyasi bilinci ile üst düzey kadro ve Merkez komitesine kadar yükseldi.
MLSPB, henüz kuruluş aşamasında, anti-emperyalist mücadele ile anti-Siyonist mücadelenin kopmaz bir bütün olduğunu, Filistin halkının kurtuluşunun da bu anlamda Ortadoğu’da çok kritik bir rol oynayacağı yönünde bir anlayışa sahipti. Bu anlayışın tohumlarını partimiz THKP-C’nin kurucu liderlerinden Hüseyin Cevahir, “Ortadoğu halklarının devrimci mücadelesi ve kurtuluşu birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Özel olarak da bölgesel mücadelelerle olacaktır.” Bu anlayıştan hareketle M. Zeki Yumurtacı, “Yaşasın Ortadoğu Devrimci Çemberi” sloganı etrafında 1978 yılında siyasi öngörünün mükemmelliğini sergiledi. 1977’de Filistin kamplarına askeri eğitim almak için giden 17-18 kişilik grup içinde, Tamer Arda ve Mehmet Zeki Yumurtacı’da vardı. Bütün bu birikimlerin sonucu THKP-C/MLSPB isabetli tahlilleri ile hem Kürt sorunu hem Ortadoğu sorunu ile ilgili olarak bütünlüklü, açık ve net bir anlayışa sahiptir.
1978 yılına gelindiğinde THKP-C/MLSPB içinde farklı bakış açıları ortaya çıktı. Bu bakış açılarının giderilememesi sonucu ayrılık yaşandı. Ayrılık sonrası THKP-C/savaşçıları adlı örgütün kurucuları arasında olan M. Zeki Yumurtacı politik-askeri mücadeleye devam etti. 1979 Mayıs’ta THKP-C/savaşçıları ağır bir tutuklama dönemi yaşadı. Aynı operasyonda Ömer Çimeken ve Tamer Tabak yoldaşlar, İstanbul/Merter’de bulunan örgüt evinde özel tim polisleriyle girdikleri çatışmada şehit düştüler. Tutuklanan militan ve sempatizanlara 1. Şubede; Amerika ve İngiltere’den işkence eğitiminden yeni dönmüş, İşkencede Uzman polislerce fiziksel, psikolojik, ilaçlı işkence uygulandı. Direniş bayrağını yaşamının her alanında yere düşürmeyen M. Zeki Yumurtacı, 1. Şube işkencelerinden 28 gün boyunca ser verip sır vermeme geleneğini sürdüren bir devrimci olarak alnının akıyla çıktı.
Tutuklanan M. Zeki Yumurtacı bir yıl boyunca her hangi bir yargılama olmadan cezaevinde tutuklu kaldı. 23 Haziran 1980 günü Bayrampaşa Cezaevinden “sahte tahliye” yöntemiyle firar ederek kaldığı yerden mücadelesine devam etti. MİT’in (Milli İstihbarat Teşkilatı) sesi Hürriyet gazetesi, her gün manşetlerinde “Zeki Yumurtacı firar etti, cezaevi yönetimi uyuyor mu!” diye yazıyordu.
Amerikan emperyalistlerinin “bizim çocuklar” dediği, T.S.K.’nn (Türk Silahlı Kuvvetleri) apoletli generaller çetesi 12 Eylül 1980’de yönetime el koydu. M. Zeki Yumurtacı 12 Eylül darbesinden 2 gün önce, 10 Eylül 1980’de, ihbar sonucu mücadele içinde kaldıkları evde eşi ve bir arkadaşı ile birlikte gözaltına alındı. M. Zeki Yumurtacı 1. şubede sorguda iken, emperyalizmin aleti ve vurucu gücü Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizi on yıllarca sürecek bir karanlığın içine yuvarlamıştı. M. Zeki Yumurtacı işkence boyunca işkence yapanlara ajitasyon çekiyor, onları halk saflarına davet ediyordu. Cunta ile birlikte işkence gece ve gündüz “çift mesai“ yapılmaya başlandığında, sorgu odalarında polis-asker ortak timleri işkence şiddetini iki katına çıkarıyordu.
İşkencenin şiddeti artarken tavrından geri adım atmayan Zeki Yumurtacı ajitasyonunu daha da arttırdı. Ara sıra “dinlendirmek için” bekleme odasına zincirlendiğinde cuntayla birlikte yeni gözaltına alınan devrimcilere, sempatizanlara bağıra bağıra “Direnmelerini asla teslim olmamalarını zafer bizim olacak” diye haykırıyordu.
İşkenceciler bu yiğit önderi teslim almak için son kozlarını oynadılar 16 Eylül 1980 günü cuntanın sesi bir gazetede “İki ateş arasında kalan Zeki Yumurtacı öldürüldü” haberi yayınlatıldı. M. Zeki Yumurtacı‘ya bu haberi göstererek: ”Eğer konuşmazsan öldüreceğiz“ dediler. Buna sloganlarla karşılık verdi. Sabaha kadar işkence yaptılar. Teslim olmasını bekleyen Şükrü Balcı’nın yetiştirmesi 1. Şube müdür yardımcısı Mehmed Ağar’ın başında olduğu ağzı salyalı ekip, daha şiddetli daha net sloganlar duydular. Sabaha doğru aynı katta zincirlendiği odaya getirildi. Zincirin öbür yanında bağlı olan yoldaşına “Beni öldürecekler, Devrimci tavra devam. Direnişe devam. Teslim olmak yok. Tüm yoldaşlara selamlar” dedi.
“Keşif” bahanesiyle dışarı çıkartılan Zeki Yumurtacı, tatbikat için Avcılar’a götürüldü. İNSA Genel Müdürü’nün kaçırılması ile ilişkilendirilen düzmece bir tatbikattı bu. Bu, görünüşte bir tatbikat, gerçekte ise; cebinde Amerika -USA- kimliği taşıyan dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Şükrü Balcı’nın planladığı hain bir tuzak ve kalleş bir senaryo idi. 17 Eylül 1980 günü tatbikat için götürdükleri Avcılar/Firuzköy’de M. Zeki Yumurtacı’yı çapraz ateş altına alarak katlettiler. İstanbul/Avcılar’da kurşuna dizilen M. Zeki Yumurtacı için, Senaryo titizlikle hazırlanmıştı: “Zeki Yumurtacı, kendisini kaçırmaya gelen arkadaşlarının kurşunlarına hedef olmuştu.” Zeki Yumurtacı öldürüldükten sonra 1.şubeye işkence için getirilen direnen devrimcileri “Konuşmazsan senide Zeki Yumurtacı gibi öldürürüz” diye tehdit ettiler. Bu da yüzlerce devrimcinin duyduğu polislerin net itirafıydı.
12 Eylül cuntasının ilk siyasi cinayeti olarak kayıtlara geçti. Resmi gözaltı kaydına “Zeki Yumurtacı’yı kaçırmaya gelen arkadaşları ile polisin çatışması arasında kalarak öldü” şeklinde geçti. Ölüm emri, Amerikan emperyalistlerinin “bizim çocuklar” dedikleri Sıkıyönetim Komutanı Necdet Üruğ ve Sabancı Holding patronları tarafından verilmişti.
12 Eylül, yeni-sömürge Türkiye’de Emperyalizmin riske giren çıkarlarını neo-liberal (24 Ocak Kararları) yağma ve talan politikaları eşliğinde koruyan bir darbedir. 12 Eylül “geçmiş” bir zaman, “geride kalmış” bir darbe değil, sürekli faşizmdir. 12 Eylül açık faşizmini takip eden bütün iktidarlar, 12 Eylül politikalarının uygulayıcısıdırlar. 12 Eylül biten bir tarih değil, süren bir tarihtir. Katil Erdoğan liderliğindeki AKP’de, CIA devşirmesi ortağı Devlet Bahçeli’de, “Amerika’nın çocukları” 12 Eylül’cülerdir.
Her devrim kanla yazılan bir manifestodur. Bizden önce tarihe iz düşmüş Mehmet Zeki Yumurtacı, Didar Abla ve onların izinde yürüyen “Dörtler” Fırat Çaplık, Umut Özsepet, Fırat Yıldırım ve Muhammed Tiril’in emperyalizme, oligarşiye ve faşizme karşı onurla ve erdemle taşıdıkları Parti-Cephe bayrağını biz THKP-C savaşçıları, oligarşinin burçlarına dikene dek savaşacağız. Onları anmak savaşmaktır. Yolumuz devrim yolunda düşenlerin yoludur.
Katil Oligarşi!
Kahrolsun Faşizm!
Sonuna Kadar Savaş!